Muş’ta Anlatılan Bazı Efsane ve Söylenceler
Kızıl Ziyaret Söylencesi
Efsaneye göre, Muş’un güneyindeki Kurtik Dağları üzerinde, eşsiz tabiat güzellikleriyle dolu bir düzlük vardır. Buraya Kızıl Ziyaret Tepesi denir. Tepeye ait efsanenin çeşitli anlatılarının en yaygın olanı şöyledir: Bir zamanlar Kızıl Ziyaret Tepesi’nde yaşayan fakir bir adamın, dünya güzeli bir kızı varmış. Periden daha alımlı olan kızın güzelliği dillere destanmış.
Kız bir çobana sevdalanmış ve onun yavuklusuymuş. iki sevdalı bir araya geldiklerinde, hep kuraca klan yuvayı konuşur, gelecek mutlu günlerin hayaliyle yaşarlarmış yine aynı yörede yaşayan zengin mi zengin bir ağa varmış. Bu ağanın da şımarık mı şımarık bir oğlu varmış, Kızın güzelliği bu ağa oğlunun da kulağına gitmiş. Ağa oğlu, kızı gidip ba¬basından istemiş. Kız, “Ben ağa oğlunun olmam” demiş. Ağa oğlu da da, “Ben ki bu yörenin ağasının oğluyum, beni istemeyen kızı zona da olsa alırım” demiş.
Ağa oğlu, adamlarını alarak kızın yaşadığı Kızıl Ziyaret Tepesi’ne gitmiş. Kız ve çoban yavuklusu, ağa oğlunun zorbaca bu niyetinden habersiz, her zaman olduğu gibi kuracakları yuvayı konuşuyorlarmış. Ağa oğlu ve adamları, kızla çobanın bu¬luştukları yere gelmişler. Ağa oğlu, daha önce söylediklerini bir kere daha tekrarlamış ve “Güzel kız, ben seni istedim, ama sen bana varmadın. Ben de seni zorla alacağım,” demiş.
Ağa oğlu ve adamlarının niyetini anlayan kızla yavuklusu, kurtulmak için çareyi kaçmakta bulmuşlar. Onlar kaçmış, ağa oğlu ve adamları kovalamış. Bu kovalamaca, dik bir uçurumun başına kadar sürmüş. Kız çare sizlikten Allah ‘a yalvarmaya başlamış: “Yarabbim, ne olur, beni bu adama yar edeceğine, yer yarılsın da ikimiz de içine girelim.” demiş. Allah kızın duasını kabul etmiş ve kız duasını tamamlar tamamlamaz yer yarılmış ve kızla yavuklusu yan yana yerin içine girmişler.
Yerin içine girerken, kızın bir tutam saçı, dışarıda kalmış, O gün bu gündür, kızın bir tutam saçının dışarıda kaldığı yerde, yemyeşil çimenler çıkar. Kızıl Ziyaret Tepesi’ne, güzeller güzeli kızla, yavuklusu çobanın yerin içine girdiği yere gelenler, bu efsanevi aşıklara dua ederler.
Bayındır Baba Söylencesi
Malazgirt Savaşı’nın ünlü komutanlarından Bayındır Baba’ya ilişkin söylence şöyledir:
Muşlu bir delikanlı Yemen Çölleri’nde savaşırken yaralanır, yıkıldığı yerde “su su” diye inlerken ağzına bir desti uzanır. Ak sakallı nur yüzlü bir adam, testisiyle bağrını serinletir, yarasını sarar. Delikanlı kendine gelince, kim olduğunu sorar. Dede:
“Ben Bayındır Baba’yım. Sen askere çağrıldığında ilkin arkadaşlarınla beni ziyaret etmiştin. Ziyaret borcumu şimdi ödüyorum.” der ve ortadan kaybolur yiter.
Bayındır Baba’nın askere gidenlerin ve ziyaretçilerinin koruyucusu olduğu yönündeki inanış günümüzde de yaygındır.
Üç Kardeşler Hikayesi / Efsanesi
Zamanın birinde bir baba ile üç oğlu varmış. Gel zaman git zaman, baba ölünce oğulları babalarından kalan malları bölüşmüşler. Büyük ile ortanca oğlan, küçük kardeşleri İdris’e otuz koyunun sadece beşini vermişler.
İdris bu duruma çok içerlemiş ve ağabeylerinden intikam almaya ant içmiş. Kendi payına düşen koyunları almış İdris ertesi sabah, sahipsiz bir koyun sürüsü görmüş ve sevinmiş. Koyunları alarak köyüne gitmiş. Kardeşleri koyun sürüsünü görünce, şaşırmış ve “Bu kadar koyunu nereden buldun diye sormuşlar, idris’te; “Koyunlarımı karşı dağa götürdüm, sabah kalktığımda baktım ki bu kadar olmuşlar, siz de götürün, sizinki de çoğalsın” demiş. İki kardeş koyunlarını aldıkları gibi dağa çıkmışlar ve gece sürünün yanında uyumuşlar. Sabah olunca ne görmüşler: Bütün sürüyü kurtlar yemiş! Bir teki dahi sağ kalmamış.
Büyük kinle köye inip Idris’in evini yakmışlar. İdris büyük bir üzüntü içinde evinin yanışını seyretmiş. Ev tümüyle yanıp kül olunca külleri torbalara doldurmuş, karısını da yanına alarak köyü terk etmiş. yollara düşmüş, bir paşanın konağına varmış. Paşanın adamları torbaların içinde ne olduğunu merak edip sormuşlar. İdris de, “İran Şahı’nın bizim padişaha gönderdiği hazinedir.” demiş.
Adamlar buna inanmamışlar. “Hazine tek kişi ile yola çıkarılır mı?” diye sormuşlar. İdrisde, “Kimsenin dikkatini çekmesin diye benimle gönderdi” demiş. İdris, adamların niyetlerinin kötü olduğunu anlamış ve gece torbaların içindeki külleri boşaltarak yerine küçük taş parçaları ve madeni eşyalar doldurmuş. Karısıyla birlikte yatıp uyumuşlar.
Gecenin bir vaktinde paşanın adamları gizlice yaklaşarak getirdikleri bir miktar altını İdris’in başucuna bırakarak çuvalları alıp gitmişler. Bunları gören İdris, hemen karısını uyandırmış, altınları aldığı gibi kaçarak köyüne dönmüş. Kardeşleri İdris’in bu zenginliğini görünce şaşırmış ve sormuşlar “Bu kadar altını nereden buldun? Bize de söyle!” İdris de, “Ben yaktığınız evimin kömürlerini toplayıp paşa konağına götürdüm. Orada, kömür alan var mı, diye sordum. Bana altın verip kömürleri aldılar, demiş.
Bunu duyan ağabeyleri hemen evlerini yakmış ve çıkan kömürleri çuvallara doldurdukları gibi yola koyulmuşlar. Paşanın adamları bunları görünce temiz bir dayak atarak şehrin dışına atmışlar. iki kardeş oturup, İdris’ten nasıl bir intikam alacaklarını düşünüp planlamışlar.
Köye dönünce, İdris’i öldürmeye kıyamamış, ama bir torbaya koyarak dağlarda kuşlara yem olması için bir ağaca asmışlar ve köylerine dönmüşler. İdris birinin asıldığı ağacın yanından geçtiğini fark edince, “Ben muhtar olmak İstemiyorum” diye bağırmaya başlamış. Adam şaşırarak yanına gelmiş ve sormuş; “Ne diye bağırıyorsun, seni buraya kim astı?”İdris, “Bana muhtar ol, dediler, ben de kabul etmedim. Beni soyarak buraya astılar. Akşama kadar kabul etmezsem elbiselerimi vermeyecekler demiş. Yabancı, “Ben muhtar olabilirim” demiş. İdris de Tabii olabilirsin, sen elbiselerini bana ver ve bu torbanın içine gir. Akşam gelip seni alıp muhtar yaparlar” demiş.
Yabancı bu öneriyi kabul ederek elbiselerini çıkartıp İdris’e, verdikten sonra çuvalın içine girmiş. İdris, adamın atını ve kırbacını alarak köye gitmiş. Kardeşleri, İdris’i bu halde görünce şaşırmışlar, “Nereden buldun bunları?” demişler. “Beni astığınız yere bir kervan geldi. Çok zengindiler. Yükleri de çok olduğu için dağıtacak adam arıyorlardı. Gidin size de versinler” demiş. İki kardeş hemen dağa doğru koşmuşlar.
Bu arada, çuvalın içindeki adam kendisini kurtarmış ve bir ağacın altına oturmuş. İki adamın geldiğini gören adam eline geçirdiği kalın bir sopayı alarak gizlenmiş. Kardeşler aralarında, “İdris bizi yine kandırdı, burada kervan falan yok, onu öldürelim” demişler. Gizlenen adam da sanmış ki, kendisini öldürecekler. Gizlendiği yerden aniden fırlayarak iki kardeşi oracıkta öldürmüş. Böylece İdris iki kardeşinden kurtulmuş.
Kambur Hikayesi / Efsanesi
Bir zamanlar iyi mi iyi, çalışkan mı çalışkan bir külhancı varmış. Otuz otuzbeş yaşlarında olan külhancı şehrin hamamında çalışırmış. Kimsenin varına yoğuna karışmaz, kendi halinde bir adammış. Ne var ki, sırtındaki kamburu yüzünden herkes ismi yerine “kambur” diye çağırırmış. Bir gece hamamda kimse kalmamış. Külhancı da bundan istifade ederek hamama girmiş ve göbek taşının üzerine uzanıp yatmış. Gecenin geç saatlerinde, garip sesler duymaya başlamış.
Taht üzerine kurulmuş birinin bir süre adamla hamama girdiğini, tahttaki adamın kalabalığa konuştuğunu görür gibi olmuş. Külhancı da elini önünde hürmetle bağlayarak tahtın üzerindeki adamı dinlemeye başlamış. Adam bazı talimatlar vermekteymiş. Biraz sonra çalgılar çalmaya başlamış. Hamamdakiler çeşit çeşit oyunlar oynamış ve türküler söylemişler. Külhancı da bu oyunlara katılırmış. Onlarla beraber oynamış ve eğlenmiş. Hamam faslı bittiğinde, tahtta kurulan adam, el etmiş, birkaç kişi yanına gelmiş.
Onlara sormuş, “Söyleyin bakalım, biz bu külhancıya ne iyilik edelim”. Aralarından biri, “Şu belindeki kamburu çıkaralım” demiş. Tahttaki adam memnun olmuş ve emir vermiş Kamburu yere yatırmış ve belindeki kamburu çıkarmışlar, biraz sonra da geldikleri gibi kalkıp gitmişler. Giderlerken de kambura sıkı tembihte bulunmuş, “Sakın sırrını kimseye söyleme!” demişler. Sabah olup da külhancı uykudan uyanınca, bakmış ki belindeki kam bur yok! Çok sevinmiş, şöyle bir doğrulmuş, filiz gibi bir delikanlı olduğunu görmüş.
Hamam zamanı halk hamama gelirken, külhancı da çarşıya çıkmış. Külhancıyı gören herkes hayretler içinden sormuş, “Külhancı, hayrola, ne oldu senin kamburuna? Ne yaptın da kayboldu?” Külhancı da gayet sakin cevaplarla karşılamış bu soruları: “Efendim, beni hamam iyileştirdi, gece, gidip kızgın göbek taşının üzerine uzandım, herhalde, iyi terlemişim, sabahleyin kalktığımda kamburumu inmiş gördüm.
O şehirde çok zengin bir kambur da ha varmış. Zengin bunu duyunca külhancıya koşmuş. Külhancı zengin kambura da aynı açıklamalarda bulunmuş. İyileşmek isteyen zengin kambur, hamama girmeye,külhancı olmaya karar vermiş ve bu kararım uygulamış. Birkaç gün sonra zengin kambur bir gece sıcak göbek taşının üzerine uzanmış. Gecenin geç vaktinde hamamın kapılan açılmış. Zengin kambur büyük bir korkuya kapılmış. Tıpkı önceki külhancının görür gibi olduğu manzarayla karşılaşmış.
Tahtın kenarından tutan zengin kamburun, içinden kötü kötü şeyler geçmeye başlamış. Tahttaki adamın emri üzerine, zengin kamburu tutup bir köşeye bağlamışlar. Hamam ve eğlence faslı bittiğinde tahtın üzerindeki adam, yine yanına adamlarını çağırıp sormuş: “Arkadaşlar, biz bu adama ne iyilik yapalım?”.
Onlar da, “Şöyle bir iyilik yapalım, öbürünün kamburunu buna takalım” demişler. Zenginin kamburuna bir kambur daha eklemişler. Sonra da çekip gitmişler. Zengin kambur sabah kalkıp doğrulduğunda, kamburunun ikileştiğini görmüş ve hemen gerçek külhancıya gitmiş: “Yahu sen, ne yaptın, beni mahvettin demiş.” İyi kalpli külhancı onun, ikinci kamburunu görünce hiç sesini çıkarmamış. Zengin kambura, “Ne yapalım, herkes, kalbinin barını yer” demiş.! Bunun üzerine zengin kambur, külhancıya “İşte, senin kamburunu da ben taşıyorum” demiş.
Külhancı da zengin kambura ders verircesine şu sözleri söylemiş: “Sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna. Sen sen ol kimseye sır verme”